Cesur yeni Dünya bizi 'Ford'dan sonra 632 yılına' götürür. Bu dünyanın cesur insanları kapısında "Cemaat, Özdeşlik, İstikrar" yazan Londra Merkez kuluçka ve Şartlandırma Merkezi'nde üretilirler. Kadınların döllenmesi yasak ve ayıp olduğu için, 'annelik' ve 'babalık' pornografik birer kavram olarak görülür. Toplumsal istikrarın temel güvencesi olan şartlandırma hipnopedya uykuda eğitim ile sağlanır. Hipnopedya seyesinde herkes mutludur; herkes çalışır ve herkes eğlenir. "Herkes herkes içindir."
20. yüzyılın en meşhur distopyalarından olan “Cesur Yeni Dünya”, modern dünya sisteminin sosyo-kültürel ve inanç bakımından sert bir eleştirisi niteliğindedir. Distopya denildiğinde, yine aynı yüzyılın distopya yazarı George Orwell ile zaman zaman mukayeseler yapılsa da, bu mukayeselerde eserlerin birbirine üstünlüğünden ziyade birbirini tamamlayıcılığı dikkat çekicidir. Orwell, modern sistemin siyasi eleştirisini ortaya koyarken; Huxley, sosyo-kültürel eleştirisini ortaya koymaktadır. Orwell’ın eleştirisi, konusu itibariyle daha çekici olmakla birlikte, esasında dünyanın gitmekte olduğu mecra bakımından Huxley’in eleştirileri kanımca daha fazla üzerinde durmayı ve düşünmeyi hak etmektedir.
Eserde, modern dünyada insanların aile ve akrabalık bağları olmadan teknolojik yöntemlerle üretildiği ve yetiştirildiği bir toplum yapısı, bu yapının dışında yer alan ayrı dünyadan gelen John’un bu toplumda yaşadıkları ele alınmaktadır. Bu yapıda insanlar çocuk sahibi olmamakta ve çocukları yetiştirmemekte olup, bu işlemler devlet kuruluşu olan Merkez Kuluçka ve Şartlandırma Merkezi tarafından yürütülmektedir. İnsanlar sloganlarla yönetilmekte (“Herkes herkese aittir.”, “Atıp kurtulmak onarmaktan iyidir.”, “Toplu seks poplu seks”) ve farklı düşünmelerine müsaade edilmemektedir. Tüm totaliter sistemlerde olduğu gibi, bireyler ne kadar az bilirlerse o kadar daha iyidir. Bu bağlamda tek tip olma ve tüketim kültürünün yeknesaklığı önem arz etmektedir. Bu toplum yapısında dert ve sorunlara karşı şipşak çözümler üretilmiştir. Soma denen uyuşturucu ve rahatlatıcı haplar, mutat tüketilen ürünlerdendir. Esasında, tüm bu araçlarla birey bir cendereye sıkıştırılmış durumdadır. Ancak, bireye özgür olduğu şartlandırıldığından birey köleliğinin farkında bile değildir.
Eserin dünyasında insanlar piramidi andırır şekilde kategorilere ayrılmış durumda: Üsten alta doğru insanlar Alfa, Beta, Gama, Delta ve Epsilonlar şeklinde kategorize edilmiştir. Sınırsız yetkili Mustafa Mond’un ismi dikkat çekmektedir. İsmin Mustafa kısmının eserin yazıldığı yıllarda hüküm süren Mustafa Kemal Atatürk’ten, Mond’un ise İngiliz sanayici, finansör ve siyasetçi Alfred Mond’dan mülhem olduğu kaynaklarda belirtilmektedir. Kanımca, George Orwell’ın Türk Devrimi’nden etkilenmesi 1984’te varlığını, özellikle oluşturulan yeni dil konusunda, daha fazla hissettirmektedir.
Modern toplumlarda, diğer konulardan farklı olarak şartlandırma ve algı konusunun ele alınış tarzı son derece ilgi çekicidir. Her ne kadar ülkelerin demokratik şekilde idare edildiği belirtilse de, şartlandırma ve algı konusu değerlendirildiğinde, yönetim konusunun da bir şartlandırma ve algıdan ibaret olduğu ve bireylerin gerçek iradelerinin tecelli etmesine asla ve asla imkân verilmediği net bir şekilde görülecektir.
Modernizm eleştirisi bile modernizmin temel veri kabul edilmesiyle sorunludur. Modernizme alternatif sistem önerisi bulunmadığı gibi modernizmin dışına çıkma gayretleri de ucube olarak gösterilmektedir. John’un sonu ve “Vahşi” olarak nitelendirilmesi de bunu göstermektedir. Modernizm eleştirisi de bir bakıma modernizm verileri ile yapıldığından gerçek anlamda alternatif ortaya koyamamaktadır. Yazarın kafasının bu anlamda çok da net olmadığı söylenebilir.
Sanal yaşam ve tüketim çılgınlığı ve bu dürtünün canlı tutulmasında kadınların ağırlıklı olarak kullanılması artık bu dünyanın bir gerçeği. Yaklaşık yüz yıl önce düşünülenlerden daha fazla gerçekleşmiş hâlde. Maalesef bu gidişatın kimin lehine işlediği de pek sorgulanmıyor. Ama şu muhakkak ki bu yönlendirme, kendiliğinden olan bir hadise olmayıp bir yapının planlamasının neticesidir. Muhalefette dünya sorunlarını geniş vizyonla ele alanlar, dünya nimetlerine kavuştuğunda eleştirdiklerinden daha iyi konumda değiller. İnsanlık her yerden dökülüyor. Ufukta bir kurtuluş umudu da pek gözükmemektedir.
Aldous Huxley’in okuduğum ilk kitabıydı Cesur Yeni Dünya. Distopya seven bir okur olarak edindim. Kitap yazıldığı dönemde bir bilimkurgu eseri olsa da günümüz teknolojilerini düşündüğümüz zaman ortaya koyduğu paralellik şaşırtıcı derecede başarılı. Kitabı okurken böyle bir teknoloji var mıydı diye düşünmeden edemiyorsunuz. Yalnızca teknolojisiyle de değil, yapılan şartlandırma eğitimleri, hedonizmin insanları dönüştürmesi, popüler kültürün yarattığı illüzyonlar…
Kitabı kendimce distopik romanlar kategorisine soktum ama dikkatli okuyucuların gözlerinden kaçmamıştır ki kitabın ütopik tarafları da var. Yani gerçek olamayacak kadar güzel bir dünya profili de çiziyor aslında. Nedir bu profil? Mesela hastalığı, ölümü ve savaşları bitirmiştir “cesur yeni dünyamız”. Hem de tüm o zevk çılgınlığına, her şeyi zevk için yapan, zevk için yaşayan ve tüm hayatlarını yaşayacakları zevkin doruğuna adamış tüm o kuluçka yavrularının varlığına rağmen.
Ayrıca 16. bölümdeki anlatı ve diyaloglar… Bakın o kısım tam bir başyapıt! Gözümü kırpmadan okudum desem yeri var. Diğer dikkat çeken unsur ise şartlandırmaya yapılan atıf. Bu nefis bir tespit. İşte Hayvan Çiftliği ve 1984’e tam da bu noktadan göz kırpıyor.
Diğer distopik romanlar kadar çarpıcı olmasa da bu türü sevenler için ıskalanmaması gereken bir eser olarak karşımızda tüm heybetiyle duruyor.
Onların ütopyaları bizim distopyamız, korkutucu. Ve distopik eserlerdeki bölümlerin kiminin gerçekleşmiş olması, kiminin de yakın zamanda gerçekleşeceğinin sinyallerini vermesi daha da korkutucu.
Okurken vaov diyeceğiniz bir kitap. Uzun zamandır okumak istiyordum ve sonunda nasip oldu. Gerçekten güzel akıcı bir anlatımı var. üstelik yayınlanma tarihi beni çok şaşırttı. O tarihte böyle bir geleceğe yönelik hayal gücü çok başarılı…
DİKKAT! İlk başta başka bir yazarın ön sözü var. Sakın başta okumayın! Kitaba olan merakınızı bitirir. Öyle korktum ki Huxley’in ön sözünü de okumadım.
Kitap Yorumları - (5 Yorum)
20. yüzyılın en meşhur distopyalarından olan “Cesur Yeni Dünya”, modern dünya sisteminin sosyo-kültürel ve inanç bakımından sert bir eleştirisi niteliğindedir. Distopya denildiğinde, yine aynı yüzyılın distopya yazarı George Orwell ile zaman zaman mukayeseler yapılsa da, bu mukayeselerde eserlerin birbirine üstünlüğünden ziyade birbirini tamamlayıcılığı dikkat çekicidir. Orwell, modern sistemin siyasi eleştirisini ortaya koyarken; Huxley, sosyo-kültürel eleştirisini ortaya koymaktadır. Orwell’ın eleştirisi, konusu itibariyle daha çekici olmakla birlikte, esasında dünyanın gitmekte olduğu mecra bakımından Huxley’in eleştirileri kanımca daha fazla üzerinde durmayı ve düşünmeyi hak etmektedir.
Eserde, modern dünyada insanların aile ve akrabalık bağları olmadan teknolojik yöntemlerle üretildiği ve yetiştirildiği bir toplum yapısı, bu yapının dışında yer alan ayrı dünyadan gelen John’un bu toplumda yaşadıkları ele alınmaktadır. Bu yapıda insanlar çocuk sahibi olmamakta ve çocukları yetiştirmemekte olup, bu işlemler devlet kuruluşu olan Merkez Kuluçka ve Şartlandırma Merkezi tarafından yürütülmektedir. İnsanlar sloganlarla yönetilmekte (“Herkes herkese aittir.”, “Atıp kurtulmak onarmaktan iyidir.”, “Toplu seks poplu seks”) ve farklı düşünmelerine müsaade edilmemektedir. Tüm totaliter sistemlerde olduğu gibi, bireyler ne kadar az bilirlerse o kadar daha iyidir. Bu bağlamda tek tip olma ve tüketim kültürünün yeknesaklığı önem arz etmektedir. Bu toplum yapısında dert ve sorunlara karşı şipşak çözümler üretilmiştir. Soma denen uyuşturucu ve rahatlatıcı haplar, mutat tüketilen ürünlerdendir. Esasında, tüm bu araçlarla birey bir cendereye sıkıştırılmış durumdadır. Ancak, bireye özgür olduğu şartlandırıldığından birey köleliğinin farkında bile değildir.
Eserin dünyasında insanlar piramidi andırır şekilde kategorilere ayrılmış durumda: Üsten alta doğru insanlar Alfa, Beta, Gama, Delta ve Epsilonlar şeklinde kategorize edilmiştir. Sınırsız yetkili Mustafa Mond’un ismi dikkat çekmektedir. İsmin Mustafa kısmının eserin yazıldığı yıllarda hüküm süren Mustafa Kemal Atatürk’ten, Mond’un ise İngiliz sanayici, finansör ve siyasetçi Alfred Mond’dan mülhem olduğu kaynaklarda belirtilmektedir. Kanımca, George Orwell’ın Türk Devrimi’nden etkilenmesi 1984’te varlığını, özellikle oluşturulan yeni dil konusunda, daha fazla hissettirmektedir.
Modern toplumlarda, diğer konulardan farklı olarak şartlandırma ve algı konusunun ele alınış tarzı son derece ilgi çekicidir. Her ne kadar ülkelerin demokratik şekilde idare edildiği belirtilse de, şartlandırma ve algı konusu değerlendirildiğinde, yönetim konusunun da bir şartlandırma ve algıdan ibaret olduğu ve bireylerin gerçek iradelerinin tecelli etmesine asla ve asla imkân verilmediği net bir şekilde görülecektir.
Modernizm eleştirisi bile modernizmin temel veri kabul edilmesiyle sorunludur. Modernizme alternatif sistem önerisi bulunmadığı gibi modernizmin dışına çıkma gayretleri de ucube olarak gösterilmektedir. John’un sonu ve “Vahşi” olarak nitelendirilmesi de bunu göstermektedir. Modernizm eleştirisi de bir bakıma modernizm verileri ile yapıldığından gerçek anlamda alternatif ortaya koyamamaktadır. Yazarın kafasının bu anlamda çok da net olmadığı söylenebilir.
Sanal yaşam ve tüketim çılgınlığı ve bu dürtünün canlı tutulmasında kadınların ağırlıklı olarak kullanılması artık bu dünyanın bir gerçeği. Yaklaşık yüz yıl önce düşünülenlerden daha fazla gerçekleşmiş hâlde. Maalesef bu gidişatın kimin lehine işlediği de pek sorgulanmıyor. Ama şu muhakkak ki bu yönlendirme, kendiliğinden olan bir hadise olmayıp bir yapının planlamasının neticesidir. Muhalefette dünya sorunlarını geniş vizyonla ele alanlar, dünya nimetlerine kavuştuğunda eleştirdiklerinden daha iyi konumda değiller. İnsanlık her yerden dökülüyor. Ufukta bir kurtuluş umudu da pek gözükmemektedir.
Aldous Huxley’in okuduğum ilk kitabıydı Cesur Yeni Dünya. Distopya seven bir okur olarak edindim. Kitap yazıldığı dönemde bir bilimkurgu eseri olsa da günümüz teknolojilerini düşündüğümüz zaman ortaya koyduğu paralellik şaşırtıcı derecede başarılı. Kitabı okurken böyle bir teknoloji var mıydı diye düşünmeden edemiyorsunuz. Yalnızca teknolojisiyle de değil, yapılan şartlandırma eğitimleri, hedonizmin insanları dönüştürmesi, popüler kültürün yarattığı illüzyonlar…
Kitabı kendimce distopik romanlar kategorisine soktum ama dikkatli okuyucuların gözlerinden kaçmamıştır ki kitabın ütopik tarafları da var. Yani gerçek olamayacak kadar güzel bir dünya profili de çiziyor aslında. Nedir bu profil? Mesela hastalığı, ölümü ve savaşları bitirmiştir “cesur yeni dünyamız”. Hem de tüm o zevk çılgınlığına, her şeyi zevk için yapan, zevk için yaşayan ve tüm hayatlarını yaşayacakları zevkin doruğuna adamış tüm o kuluçka yavrularının varlığına rağmen.
Ayrıca 16. bölümdeki anlatı ve diyaloglar… Bakın o kısım tam bir başyapıt! Gözümü kırpmadan okudum desem yeri var. Diğer dikkat çeken unsur ise şartlandırmaya yapılan atıf. Bu nefis bir tespit. İşte Hayvan Çiftliği ve 1984’e tam da bu noktadan göz kırpıyor.
Diğer distopik romanlar kadar çarpıcı olmasa da bu türü sevenler için ıskalanmaması gereken bir eser olarak karşımızda tüm heybetiyle duruyor.
Onların ütopyaları bizim distopyamız, korkutucu. Ve distopik eserlerdeki bölümlerin kiminin gerçekleşmiş olması, kiminin de yakın zamanda gerçekleşeceğinin sinyallerini vermesi daha da korkutucu.
Okurken vaov diyeceğiniz bir kitap. Uzun zamandır okumak istiyordum ve sonunda nasip oldu. Gerçekten güzel akıcı bir anlatımı var. üstelik yayınlanma tarihi beni çok şaşırttı. O tarihte böyle bir geleceğe yönelik hayal gücü çok başarılı…
DİKKAT! İlk başta başka bir yazarın ön sözü var. Sakın başta okumayın! Kitaba olan merakınızı bitirir. Öyle korktum ki Huxley’in ön sözünü de okumadım.