“Bu hastalığı -keza kanser ve diğer pek çok hastalığı da- yenmek için yeni bir bilimsel yöntem kullanma arayışlarının hikâyesi onları çağımızın kahramanı yapmaya yetecekti.”—Bloomberg“Özlem Türeci ve Uğur Şahin, Marie ve Pierre Curie’nin radyoaktiviteyi keşfetmesinden bu yana hızla bilimin en ünlü evliliği hâline geliyor.”—The TimesSoğuk bir aralık sabahı, İngiltere’deki Coventry Üniversite Hastanesi’nde, doksan yaşındaki Maggie Keenan tişörtünün kolunu sıyırdı ve bir hemşire sol koluna şırınga yaparken bakışlarını kaçırdı. Maggie, bir düzine televizyon ışığının parıltısı altında, şimdiden beş milyon kişinin hayatına mâl olmuş bir virüse karşı, onay almış aşıyı olan dünyadaki ilk hastaydı.Ocak 2020’nin ortalarında Uğur Şahin, eşi ve onlarca yıllık araştırma ortağı Özlem Türeci’ye bir salgının kapıda olduğunu söylerken henüz yalnızca birkaç koronavirüs vakası vardı. Otuz yıldır inatla sürdürdükleri kanser, HIV ve tüberküloz gibi birçok hastalığa karşı devrim yaratacak mRNA tabanlı tedaviler geliştirme azimleri, yakında Covid-19 olarak bilinecek bu virüse karşı geliştirilecek aşıya altyapı oluşturacak ve insan vücudu, kendi eczanesi hâline getirilecekti!Şimdi, bilim direniyordu.İlk başta bilim camiasında yaygın bir şüphecilikle karşı karşıya kaldılar; ancak salgın patlak verdiğinde BioNTech, olası tüm senaryolara hazırdı.Saygın ilaç şirketlerini iddialı projelerini desteklemeye nasıl ikna ettiler?Trump yönetimi ve Avrupa Birliği’nden gelen siyasi müdahaleleri nasıl yönettiler?Dünyanın her köşesine rekor sürede iki milyardan fazla doz aşıyı sağlamayı nasıl başardılar?mRNA teknolojisinin Covid-19’u alt edişi, yakın gelecekte kanser tedavisinde olası bir başarının habercisi olabilir mi?AŞI; Financial Times’ın Frankfurt muhabiri Joe Miller’ın, Şahin ve Türeci’nin katkılarının yanı sıra elliden fazla bilim insanı, politikacı, halk sağlığı yetkilisi ve BioNTech personeli ile yaptığı röportajlardan oluşuyor ve çağımızın en önemli atılımının arkasındaki bilimsel, ekonomik ve kişisel geçmişi açıklıyor.İki sıradışı kişinin etkileyici hikâyesi… Şüphesiz bu, tarihin ilk taslağı...
Kitaba geçmeden önce Joe Miller’ı kısaca tanımak faydalı olur kanaatindeyim. Miller şu anda Financial Times bünyesinde Frankfurt muhabiri olarak çalışmaktadır. Daha önce BBC’nin Delhi, New York ve Berlin muhabirliğini yapmış deneyimli bir isimdir. Kitabı kısa süre içerisinde İngilizce, Almanca, Fransızca, İspanyolca, Portekizce, İtalyanca, Macarca, Hintçe ve Türkçe gibi dillere çevrilmiştir.
Kitaba dönecek olursak kısaca anlatılmak istenenin “BioNTech Aşısı”nın öyküsü olduğunu ve bu minvalde inşa edilen kurgunun hikâyeleştirilmiş bir anlatıma sahip olduğunu söyleyebiliriz. Yani tatsız bir kitap okumayacağınızı en başta belirtmem gerek! Elbette bu yapılırken aşının mimarları olarak düşünebileceğimiz Özlem Türeci ile Uğur Şahin’in (aslında birçok başka isminde) anılarından çokça istifade edilmiştir. Yazarımız önsöz bölümünde kitabı yazarken “60 kişi ile söyleşi” yaptığını ve yaklaşık olarak “söyleşilerin 150 saati” bulduğunu ifade etmiştir. Aynı zamanda söyleşiler ve tanıklıklar birbiriyle kıyaslanmış olduğundan aradaki tutarsızlıklar da olabildiğince ortadan kaldırılmaya çalışılmıştır. Bu durum kurguyu, meselenin merkezindeki insanlardan dinlememize de imkân tanıdığından, inanılmaz ölçüde zenginleştirmiştir. Ayrıca aşının neden Almanya merkezli BioNTech şirketi tarafından üretilebildiğini çok net bir şekilde anlayabiliyoruz. Öncelikle bürokratik süreçler diğer ülkelere nazaran daha farklı işliyor. BioNTech şirketi ise yaklaşık olarak 20 yıldır kanser tedavisinde kullanılmak üzere mRNA aşıları üzerinde çalışıyor. Öte yandan son 20 sene içerisinde lipidlerde (mRNA taşınması için kullanılan bir çeşit yağ zarfı) yaşanan gelişmeleri de es geçmemek gerek. Anlayabildiğim kadarıyla lipidler olmadan vücuda gönderilen mRNA moleküllerinin ömrü çok uzun olmuyor. Özetle, aşı her ne kadar 1 sene gibi kısa bir sürede üretilmiş gibi görünüyor olsa da aslında binlerce insanın yüzlerce (belki binlerce) saatlik deneyimi, gerekli teknolojik yatırımlar ve alt yapı imkanları ile yıllardır devam eden bilimsel araştırmaların sonucudur desek herhalde yanılmış olmayız.
İçinde yaşadığımız ve deneyimlediğimiz dünyada uzun süredir tüm insanlığı bu kadar yakından ilgilendiren bir başka virüs ile karşılaşmamış olduğumuz bir gerçekliktir. Tabii, insanlık günümüze kadar sayısız kez türünü tehdit eden salgınlar ile mücadele etmek durumunda kalmıştır. Dolayısıyla bu felaket ne ilk ne de sondur. Fakat daha önce insanlık hiçbir zaman, bu denli yüksek bir seviyede, sahip olmadığı bir silaha artık sahiptir; bilim! Peki, bilim (ve teknik) bu kadar gelişmeden önce durum nasıldı?
MS 565 yılında yaşanan “Justinianus Vebası” ile alakalı klasik metin anlatılarına kısaca bakacak olursak; Ioannes Malalas: “ölen insanları taşıyacak kadar dahi insanın kalmadığını” söyler. (Bonn XVIII, s. 482, str. 4-11; The Chronicle of John Malalas, XVIII 92, s.287)
Prokopios ise yaşanan veba salgınını: “insanlığı neredeyse yok ediyordu” şeklinde ifade eder. (II; 22, 1-2)
Yukarıdaki anlatıların sayısı epey arttırılabilir ancak bu kadarı yeterli olur sanıyorum. Yine hepimizin az çok bildiği “14. Yüzyıl Vebası” yahut “Kara Veba” olarak bilinen salgın da Geç Orta Çağ dünyasını yerinden oynatmış ve milyonların ölümüne neden olmuştur. Burada sayamayacağımız birçok başka salgınların yaşandığı da, yine tarihi kayıtların şahitliğinde, bir vakıadır. Tabii bu anlatıların dönemin yazın tarzı ve metnin yazarları tarafından abartıldığı varsayılabilir. Ancak kesin olarak söyleyebileceğimiz şey; bu salgınlardan kaçmanın yahut korunmanın (en azından 18. yüzyıla kadar) mümkün olmadığıdır.
Aynı veba salgınları gibi 2019-2020 yılı itibariyle gündemimize giren “Covid-19” da insanlığa saldırmış (bu ifadenin doğruluğu tartışılabilir, neticede virüs de hayatta kalmaya çalışmaktadır), birçok insanın hayatını kaybetmesine neden olmuş, ekonomileri daraltmış, sosyal yaşamı sekteye uğratmış ve ciddi psikolojik rahatsızlıklara neden olmuş, fakat kısa süre içerisinde insanlık bağışıklığını aşılar vasıtasıyla tahkim edecek bir yol geliştirmeyi başardığından salgında gerilemiştir. İşte “AŞI: BioNThec Aşısına Giden Yol ve Geleceğin Tıbbı” bu başarının öyküsüdür.
Sonuç olarak kitabı büyük bir beğeniyle okudum. Salgın başladığından beri “Salgınların Tarihi” konusu hakkında kitaplar okumayı alışkanlık haline getirmiştim ve halihazırda yaptırmış olduğum aşının macerasını okumak da kendi adıma son derece faydalı oldu. Bu minvalde düşünenlerin kitabı okuması aşı yaptırma eylemini daha anlamlı bir zemine oturtacaktır. Elbette aşı karşıtlığı içinde olanların da kitabı okumasını şiddetle tavsiye ederim. Medya unsurları vasıtasıyla düşün dünyamızı kirleten unsurlardansa daha kaliteli işlerin tüketilmesini faydalı buluyorum. Ayrıca, naçizane bir biçimde, aşı karşıtlığını bilim karşıtlığı olarak değerlendirilebileceği kanaatindeyim. Aşılar hakkında şüphe duymak son derece bilimsel bir yaklaşımdır ve bu konuda herhangi bir sıkıntı yoktur. Sıkıntılı olan durum kulaktan dolma bilgilerle yahut asılsız iddialarla “bilimsel şüpheciliğin” ideolojik bir fanatizme dönüştürülmesidir. Eğer bir şüphe varsa doğru bilgiye ulaşma kanalları devreye sokulmalı ve ilgili yayınlar takip edilmelidir. Bu araştırma süreci ilgili kişiyi tatmin etmiyorsa elbette kişisel bir tercih olarak aşı yaptırmama kararı alınabilir. Bu konuda da herhangi bir beis yoktur. Ancak yaptırmama kararının toplum içerisinde popülize edilmeye çalışılması anlaşılması güç ve tehlikeli bir durumdur. Aşıların tarihsel süreci takip edildiğinde aşılar vasıtasıyla ortadan kaybolan hastalıkların olduğu bilinen bir gerçekliktir. Eğer aynı karşıtlık bu aşılar içinde geçerli olsaydı, belki de ne ben bu satırları yazıyor olabilirdim ne de siz bu satırları okuyor olabilirdiniz.
Kitabın çevirisini orijinal metin ile kıyaslamadım ancak kullanılan Türkçenin okumayı engelleyen bir tarafının olmadığını, son derece anlaşılır ve akıcı olduğunu söyleyebilirim. Bunun için çevirmen Kemal Atakay’a çevirisi için, Kronik Kitap’a ise kitabı Türk okuruna sunmasından ötürü ve kitapyurdu’na da kitabı bizlere ulaştırdığından çok teşekkür ederiz.
Pandemi boyunca aşıya giden süreç ve Biontech aşısının ortaya çıkarılışı anlatılırken, bizleri de yeni bir geleceğe hazırlıyorlar. Bundan da tıbbın ne kadar önemli olduğunu ve teknolojiden de bağımsız olamayacağını düşünebiliriz.
Kitap Yorumları - (5 Yorum)
Kitaba geçmeden önce Joe Miller’ı kısaca tanımak faydalı olur kanaatindeyim. Miller şu anda Financial Times bünyesinde Frankfurt muhabiri olarak çalışmaktadır. Daha önce BBC’nin Delhi, New York ve Berlin muhabirliğini yapmış deneyimli bir isimdir. Kitabı kısa süre içerisinde İngilizce, Almanca, Fransızca, İspanyolca, Portekizce, İtalyanca, Macarca, Hintçe ve Türkçe gibi dillere çevrilmiştir.
Kitaba dönecek olursak kısaca anlatılmak istenenin “BioNTech Aşısı”nın öyküsü olduğunu ve bu minvalde inşa edilen kurgunun hikâyeleştirilmiş bir anlatıma sahip olduğunu söyleyebiliriz. Yani tatsız bir kitap okumayacağınızı en başta belirtmem gerek! Elbette bu yapılırken aşının mimarları olarak düşünebileceğimiz Özlem Türeci ile Uğur Şahin’in (aslında birçok başka isminde) anılarından çokça istifade edilmiştir. Yazarımız önsöz bölümünde kitabı yazarken “60 kişi ile söyleşi” yaptığını ve yaklaşık olarak “söyleşilerin 150 saati” bulduğunu ifade etmiştir. Aynı zamanda söyleşiler ve tanıklıklar birbiriyle kıyaslanmış olduğundan aradaki tutarsızlıklar da olabildiğince ortadan kaldırılmaya çalışılmıştır. Bu durum kurguyu, meselenin merkezindeki insanlardan dinlememize de imkân tanıdığından, inanılmaz ölçüde zenginleştirmiştir. Ayrıca aşının neden Almanya merkezli BioNTech şirketi tarafından üretilebildiğini çok net bir şekilde anlayabiliyoruz. Öncelikle bürokratik süreçler diğer ülkelere nazaran daha farklı işliyor. BioNTech şirketi ise yaklaşık olarak 20 yıldır kanser tedavisinde kullanılmak üzere mRNA aşıları üzerinde çalışıyor. Öte yandan son 20 sene içerisinde lipidlerde (mRNA taşınması için kullanılan bir çeşit yağ zarfı) yaşanan gelişmeleri de es geçmemek gerek. Anlayabildiğim kadarıyla lipidler olmadan vücuda gönderilen mRNA moleküllerinin ömrü çok uzun olmuyor. Özetle, aşı her ne kadar 1 sene gibi kısa bir sürede üretilmiş gibi görünüyor olsa da aslında binlerce insanın yüzlerce (belki binlerce) saatlik deneyimi, gerekli teknolojik yatırımlar ve alt yapı imkanları ile yıllardır devam eden bilimsel araştırmaların sonucudur desek herhalde yanılmış olmayız.
İçinde yaşadığımız ve deneyimlediğimiz dünyada uzun süredir tüm insanlığı bu kadar yakından ilgilendiren bir başka virüs ile karşılaşmamış olduğumuz bir gerçekliktir. Tabii, insanlık günümüze kadar sayısız kez türünü tehdit eden salgınlar ile mücadele etmek durumunda kalmıştır. Dolayısıyla bu felaket ne ilk ne de sondur. Fakat daha önce insanlık hiçbir zaman, bu denli yüksek bir seviyede, sahip olmadığı bir silaha artık sahiptir; bilim! Peki, bilim (ve teknik) bu kadar gelişmeden önce durum nasıldı?
MS 565 yılında yaşanan “Justinianus Vebası” ile alakalı klasik metin anlatılarına kısaca bakacak olursak; Ioannes Malalas: “ölen insanları taşıyacak kadar dahi insanın kalmadığını” söyler. (Bonn XVIII, s. 482, str. 4-11; The Chronicle of John Malalas, XVIII 92, s.287)
Prokopios ise yaşanan veba salgınını: “insanlığı neredeyse yok ediyordu” şeklinde ifade eder. (II; 22, 1-2)
Yukarıdaki anlatıların sayısı epey arttırılabilir ancak bu kadarı yeterli olur sanıyorum. Yine hepimizin az çok bildiği “14. Yüzyıl Vebası” yahut “Kara Veba” olarak bilinen salgın da Geç Orta Çağ dünyasını yerinden oynatmış ve milyonların ölümüne neden olmuştur. Burada sayamayacağımız birçok başka salgınların yaşandığı da, yine tarihi kayıtların şahitliğinde, bir vakıadır. Tabii bu anlatıların dönemin yazın tarzı ve metnin yazarları tarafından abartıldığı varsayılabilir. Ancak kesin olarak söyleyebileceğimiz şey; bu salgınlardan kaçmanın yahut korunmanın (en azından 18. yüzyıla kadar) mümkün olmadığıdır.
Aynı veba salgınları gibi 2019-2020 yılı itibariyle gündemimize giren “Covid-19” da insanlığa saldırmış (bu ifadenin doğruluğu tartışılabilir, neticede virüs de hayatta kalmaya çalışmaktadır), birçok insanın hayatını kaybetmesine neden olmuş, ekonomileri daraltmış, sosyal yaşamı sekteye uğratmış ve ciddi psikolojik rahatsızlıklara neden olmuş, fakat kısa süre içerisinde insanlık bağışıklığını aşılar vasıtasıyla tahkim edecek bir yol geliştirmeyi başardığından salgında gerilemiştir. İşte “AŞI: BioNThec Aşısına Giden Yol ve Geleceğin Tıbbı” bu başarının öyküsüdür.
Sonuç olarak kitabı büyük bir beğeniyle okudum. Salgın başladığından beri “Salgınların Tarihi” konusu hakkında kitaplar okumayı alışkanlık haline getirmiştim ve halihazırda yaptırmış olduğum aşının macerasını okumak da kendi adıma son derece faydalı oldu. Bu minvalde düşünenlerin kitabı okuması aşı yaptırma eylemini daha anlamlı bir zemine oturtacaktır. Elbette aşı karşıtlığı içinde olanların da kitabı okumasını şiddetle tavsiye ederim. Medya unsurları vasıtasıyla düşün dünyamızı kirleten unsurlardansa daha kaliteli işlerin tüketilmesini faydalı buluyorum. Ayrıca, naçizane bir biçimde, aşı karşıtlığını bilim karşıtlığı olarak değerlendirilebileceği kanaatindeyim. Aşılar hakkında şüphe duymak son derece bilimsel bir yaklaşımdır ve bu konuda herhangi bir sıkıntı yoktur. Sıkıntılı olan durum kulaktan dolma bilgilerle yahut asılsız iddialarla “bilimsel şüpheciliğin” ideolojik bir fanatizme dönüştürülmesidir. Eğer bir şüphe varsa doğru bilgiye ulaşma kanalları devreye sokulmalı ve ilgili yayınlar takip edilmelidir. Bu araştırma süreci ilgili kişiyi tatmin etmiyorsa elbette kişisel bir tercih olarak aşı yaptırmama kararı alınabilir. Bu konuda da herhangi bir beis yoktur. Ancak yaptırmama kararının toplum içerisinde popülize edilmeye çalışılması anlaşılması güç ve tehlikeli bir durumdur. Aşıların tarihsel süreci takip edildiğinde aşılar vasıtasıyla ortadan kaybolan hastalıkların olduğu bilinen bir gerçekliktir. Eğer aynı karşıtlık bu aşılar içinde geçerli olsaydı, belki de ne ben bu satırları yazıyor olabilirdim ne de siz bu satırları okuyor olabilirdiniz.
Kitabın çevirisini orijinal metin ile kıyaslamadım ancak kullanılan Türkçenin okumayı engelleyen bir tarafının olmadığını, son derece anlaşılır ve akıcı olduğunu söyleyebilirim. Bunun için çevirmen Kemal Atakay’a çevirisi için, Kronik Kitap’a ise kitabı Türk okuruna sunmasından ötürü ve kitapyurdu’na da kitabı bizlere ulaştırdığından çok teşekkür ederiz.
Herkese bol kitaplı, sağlıklı günler!
Konuya ilginiz varsa okumanız faydalı olacaktır. İyi okumalar dilerim.
helal olsun milli gururlarımıza.Gönül isterdiki ülkemizde aşıyı geliştirselerdi.
aşı terettüdü olanlar hala varsa aşı sürecinin hikayesini bilimsel kaynaklarıyla ve aşıyı geliştirenlerin tanıklıklarıyla anlatıyor.
Pandemi boyunca aşıya giden süreç ve Biontech aşısının ortaya çıkarılışı anlatılırken, bizleri de yeni bir geleceğe hazırlıyorlar. Bundan da tıbbın ne kadar önemli olduğunu ve teknolojiden de bağımsız olamayacağını düşünebiliriz.