Orijinal Adi: Eigentlich möchte Frau Blum den Milchman kennenlernen
ISBN: 9789757942351
Dil: TÜRKÇE
Sayfa Sayısı: 97
Cilt Tipi: Karton Kapak
Kağıt Cinsi: 3. Hm. Kağıt
Boyut: 13.5 x 19.5 cm
Tanıtım Bülteni
Aslında Bayan Blum Sütçüyü Tanımak İstiyordu, Çağdaş İsviçre edebiyatının F. Dürrenmatt ve Max Frisch'le birlikte kendinden en çok söz ettiren yazarlarından biri olan Peter Bichsel'in ilk yapıtıdır. Bichsel 1964 yılında kaleme aldığı bu yapıtında, sıradan insanların gündelik yaşam içerisindeki iletişim yoksunluğunu, kendine özgü abartısız biçemiyle yansıtır. Keyifle ve bir solukta okunacak öyküler.
Arka kapakta Bichsel için Çağdaş İsviçre Edebiyatı’nın F. Dürrenmatt ve Max Frisch’le birlikte en önemli yazarlarından biri olduğu söyleniyor. Dört metni Türkçeye çevrilmiş, farklı yayınevleri tarafından. Bu ilk metni ve ilki böyleyse diğerlerini de kaçırmam.
Bichsel’in gözlemciliği benzer bir noktada. Anlık parçalara odaklanıyor, birkaç karakter ve birkaç mekan, gerçekleşen olaylar, son. Çıkarımsız, yansıtmacı bir anlatı. Tek çıkarım metnin adında, öyküde öyle bir istencin izini doğrudan bulamıyoruz ki bulmayalım, insana kendimizi yansıtıp eylemlerin doğasını inceleyelim, okur olarak gözlemin ötesine geçerek ivmesiz, gösterişsiz parçaların izdüşümlerini falan, bir şeylerini yorumlayalım ya da yorumlamayalım, ne bileyim, sadece anları bilelim. Edebiyat ne işe yararsa o işle uğraşalım. Ben şahitlikten bir adım daha ötesine gitmek istediğim için gidiyorum, hadi bakalım. Ya herro ya merro. Katlar’a bakalım. “Geçici olarak bir ev düşünülebilir, dört katlı, katları birbirine bağlayan ve birbirinden ayıran merdivenli, kiremit damlı; bir ev.” (s. 9) Düşünceye göre giriş katında kimse oturmuyormuş ama sonra “belki de” kimse oturmuyormuş. Diğer katlarda birileri oturuyor ama giriş katı muallakta. Giriş katında birilerinin oturup oturmaması bir apartmanı apartman yapan detaylardandır, örneğin dairemin yanındaki daire bir şirkete ait, akşamdan itibaren ertesi sabaha kadar boş. Dairenin yalnızlığını düşünüyorum bazen. Ben çok küçükken abim şamata olsun diye gecenin bir köründe şirketin telefonunu arardı, kulağını duvara dayayıp her dülülüde gülerdi. Şirketten poşet poşet çöp çıkardı, abim bir tanesini alıp eve getirmişti. Bir dünya evrak ve kaza fotoğrafları, muhtemelen sigorta için. “Bu araba nasıl bu hale gelmiştir lan sence?” diye sorduğu zaman hemen bir şeyler uydurup anlatmıştım. Abim beğenmemişti, “Sittir lan,” diyerek kendi hikâyesini anlatmıştı. Onunki daha iyiydi. Abim birçok şeyde benden daha iyiydi ama hiçbir şeyin üzerine gitmedi, ailenin çöplüğüne karıştık. Bu öyküde olduğu gibi baharda evimize başka türlü girerdi güneş, odanın daha bir aydınlık olmasından anlardık mevsimlerin geçişini. Geçen yıl çaprazımızdaki binayı yıktılar, yerine bir şey dikilmedi henüz, güneşin biraz daha aşağıya inmiş halini görebiliyoruz böylece. Evlerde oluyoruz biz, tanıyoruz ve tanınıyoruz ve onlar için üzülüp seviniyoruz. Yaşadığım her bir evi biliyorum, biri hariç. Kocamustafapaşa’da bir ev var, babamla zamanında orada kalmıştık, beni kaçırdığı sıralarda olabilir. Annem deli gibi aranırken ben çatı katında bulduğum oyuncaklarla oynuyordum. O ev nerede o acaba, o ev kim? Babama soramam, kimseye soramam. O evi, herhangi bir evi bulmakla ilgili bir öykü yazmalıyım.
“Ormancıların işi ormanla. Kadınların beklemektir.
Evler evlerdir.” (s. 10)
Erkekler nam parçada kadın vardır, bir arkadaşını bekler, treni bekler, kahve içer. Terbiyesinin bozulmuş olması umulur ama o çok iyidir, herkes onu çok iyi biri olarak bilir, yaklaşılmaz bir varlık olarak. Kendince kadındır, bundan erkeklerin haberi yoktur. Biçimlenmiş düşünceler, erkeklikler arasında bir başınadır. Yanaşılabilir aslında ama yanaşan yoktur. Varsa da yoktur. Kadındır o, erkekleri çekip iter. Bir benzeri, Çiçekler. Adam kadını bir çiçekçi dükkanında düşler. Çiçeklerin kokup kokmadıklarını sormayı düşünür, kadın koktuklarını söylemeyi düşünür, iki taraf da -aslında bir taraf- her şeyi söylemeyi düşünür ama hiçbir şey olmaz. Adam kağıttan çiçekler satmaktadır, kadın gerçek çiçekler satar. Aslında hiçbiri olmaz, böyle bir şey yoktur, böyle bir öykü vardır sadece. Şakayıklar’da yaşlı bir kadın, okul arkadaşlarının birer birer öldüklerini duymaktan kendi sonunu düşünmez, geçmişiyle birlikte yaşar. Posta kutusunda bulduğu şakayıklarla arkadaşlarının çiçeklikleri arasında ilişkiler kurar, sütçüyle şakalaşır, gündelik hayatını yavaş yavaş toparlar, sonun yaklaştığını sezer ama bunu kendine hatırlatmamak için elinden geleni yapar. Aslanlar’da bir yaşlının ölümü vardır, nihayet, bir büyükbaba ölür, parası paylaşılır ve artık herkeste bir parça büyükbaba vardır. Büyükbaba çok içer, çişini tutamaz, ayakkabılarını bağlayamaz. Altmış dört yaşında flüt çalmayı öğrenen adamlara bakarak kendine bir şeyler yontamaz, elinde yaşlılığından başka bir şey kalmamıştır. Sirke girseydi, girişi pahalı bulmayıp aslanlarla bakışsaydı o zaman daha çok hatırlanabilirdi ama olmadı.
Yeni ve iyi. Yazar adama bir şeyler verir, okura da görme biçimi sağlar. Sağlam metin.
Pek tanınmamış olmasına şaşırdığım yazarın, sadece ismiyle okurda ilgi uyandırdığı bir kitap. Sevmeyen de olabilir, biraz zevk işi ancak mutlaka okunmasının ya da bir şans verilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Kitap Yorumları - (5 Yorum)
Arka kapakta Bichsel için Çağdaş İsviçre Edebiyatı’nın F. Dürrenmatt ve Max Frisch’le birlikte en önemli yazarlarından biri olduğu söyleniyor. Dört metni Türkçeye çevrilmiş, farklı yayınevleri tarafından. Bu ilk metni ve ilki böyleyse diğerlerini de kaçırmam.
Bichsel’in gözlemciliği benzer bir noktada. Anlık parçalara odaklanıyor, birkaç karakter ve birkaç mekan, gerçekleşen olaylar, son. Çıkarımsız, yansıtmacı bir anlatı. Tek çıkarım metnin adında, öyküde öyle bir istencin izini doğrudan bulamıyoruz ki bulmayalım, insana kendimizi yansıtıp eylemlerin doğasını inceleyelim, okur olarak gözlemin ötesine geçerek ivmesiz, gösterişsiz parçaların izdüşümlerini falan, bir şeylerini yorumlayalım ya da yorumlamayalım, ne bileyim, sadece anları bilelim. Edebiyat ne işe yararsa o işle uğraşalım. Ben şahitlikten bir adım daha ötesine gitmek istediğim için gidiyorum, hadi bakalım. Ya herro ya merro. Katlar’a bakalım. “Geçici olarak bir ev düşünülebilir, dört katlı, katları birbirine bağlayan ve birbirinden ayıran merdivenli, kiremit damlı; bir ev.” (s. 9) Düşünceye göre giriş katında kimse oturmuyormuş ama sonra “belki de” kimse oturmuyormuş. Diğer katlarda birileri oturuyor ama giriş katı muallakta. Giriş katında birilerinin oturup oturmaması bir apartmanı apartman yapan detaylardandır, örneğin dairemin yanındaki daire bir şirkete ait, akşamdan itibaren ertesi sabaha kadar boş. Dairenin yalnızlığını düşünüyorum bazen. Ben çok küçükken abim şamata olsun diye gecenin bir köründe şirketin telefonunu arardı, kulağını duvara dayayıp her dülülüde gülerdi. Şirketten poşet poşet çöp çıkardı, abim bir tanesini alıp eve getirmişti. Bir dünya evrak ve kaza fotoğrafları, muhtemelen sigorta için. “Bu araba nasıl bu hale gelmiştir lan sence?” diye sorduğu zaman hemen bir şeyler uydurup anlatmıştım. Abim beğenmemişti, “Sittir lan,” diyerek kendi hikâyesini anlatmıştı. Onunki daha iyiydi. Abim birçok şeyde benden daha iyiydi ama hiçbir şeyin üzerine gitmedi, ailenin çöplüğüne karıştık. Bu öyküde olduğu gibi baharda evimize başka türlü girerdi güneş, odanın daha bir aydınlık olmasından anlardık mevsimlerin geçişini. Geçen yıl çaprazımızdaki binayı yıktılar, yerine bir şey dikilmedi henüz, güneşin biraz daha aşağıya inmiş halini görebiliyoruz böylece. Evlerde oluyoruz biz, tanıyoruz ve tanınıyoruz ve onlar için üzülüp seviniyoruz. Yaşadığım her bir evi biliyorum, biri hariç. Kocamustafapaşa’da bir ev var, babamla zamanında orada kalmıştık, beni kaçırdığı sıralarda olabilir. Annem deli gibi aranırken ben çatı katında bulduğum oyuncaklarla oynuyordum. O ev nerede o acaba, o ev kim? Babama soramam, kimseye soramam. O evi, herhangi bir evi bulmakla ilgili bir öykü yazmalıyım.
“Ormancıların işi ormanla. Kadınların beklemektir.
Evler evlerdir.” (s. 10)
Erkekler nam parçada kadın vardır, bir arkadaşını bekler, treni bekler, kahve içer. Terbiyesinin bozulmuş olması umulur ama o çok iyidir, herkes onu çok iyi biri olarak bilir, yaklaşılmaz bir varlık olarak. Kendince kadındır, bundan erkeklerin haberi yoktur. Biçimlenmiş düşünceler, erkeklikler arasında bir başınadır. Yanaşılabilir aslında ama yanaşan yoktur. Varsa da yoktur. Kadındır o, erkekleri çekip iter. Bir benzeri, Çiçekler. Adam kadını bir çiçekçi dükkanında düşler. Çiçeklerin kokup kokmadıklarını sormayı düşünür, kadın koktuklarını söylemeyi düşünür, iki taraf da -aslında bir taraf- her şeyi söylemeyi düşünür ama hiçbir şey olmaz. Adam kağıttan çiçekler satmaktadır, kadın gerçek çiçekler satar. Aslında hiçbiri olmaz, böyle bir şey yoktur, böyle bir öykü vardır sadece. Şakayıklar’da yaşlı bir kadın, okul arkadaşlarının birer birer öldüklerini duymaktan kendi sonunu düşünmez, geçmişiyle birlikte yaşar. Posta kutusunda bulduğu şakayıklarla arkadaşlarının çiçeklikleri arasında ilişkiler kurar, sütçüyle şakalaşır, gündelik hayatını yavaş yavaş toparlar, sonun yaklaştığını sezer ama bunu kendine hatırlatmamak için elinden geleni yapar. Aslanlar’da bir yaşlının ölümü vardır, nihayet, bir büyükbaba ölür, parası paylaşılır ve artık herkeste bir parça büyükbaba vardır. Büyükbaba çok içer, çişini tutamaz, ayakkabılarını bağlayamaz. Altmış dört yaşında flüt çalmayı öğrenen adamlara bakarak kendine bir şeyler yontamaz, elinde yaşlılığından başka bir şey kalmamıştır. Sirke girseydi, girişi pahalı bulmayıp aslanlarla bakışsaydı o zaman daha çok hatırlanabilirdi ama olmadı.
Yeni ve iyi. Yazar adama bir şeyler verir, okura da görme biçimi sağlar. Sağlam metin.
Daha önce hiç denk gelmediğim bir yazar ve üslup. Arada farklı şeyleri denemek güzel olabiliyor. Tavsiye ederim.
fazla kişisel geldi.
Sadece kitaba adını veren hikayeyi beğendim. Diğer hikayeleri pek beğenmedim.
Pek tanınmamış olmasına şaşırdığım yazarın, sadece ismiyle okurda ilgi uyandırdığı bir kitap. Sevmeyen de olabilir, biraz zevk işi ancak mutlaka okunmasının ya da bir şans verilmesi gerektiğini düşünüyorum.