Otuz iki yıllık bir zaman diliminde yazılan İnce Memed dörtlüsü, düzene başkaldıran Memed'in ve insan ilişkileri, doğası ve renkleriyle Çukurova'nın öyküsüdür. Yaşar Kemal'in söyleyişiyle "içinde başkaldırma kurduyla doğmuş" bir insanın, "mecbur adam"ın romanı.Abdi Ağa'nın zulmüyle köyünü terk etmek zorunda kalan Memed, Ağa'nın yeğeniyle evlendirilmek üzere olan Hatçe'yi kaçırır. Abdi Ağa'yı yaralayan, yeğenini de öldüren Memed eşkiya Deli Durdu'ya katılır, ancak kıyıcılığına katlanmadığı Deli Durdu'dan iki arkadaşıyla birlikte ayrılır. Memed, sıradan bir köy çocuğuyken, zulmedenler için eşkiyaya, köylüler içinse bir kurtarıcıya dönüşür.
Yaşar Kemal’den daha önceleri 294 sayfalık, “Binbir Çiçekli Bahçe” adlı kitabını okuyunca hayran kalmıştım.
Birinci cildi 436 sayfa, dört cildin tamamı ise (436+459+629+639): 2163 sayfa olunca, çok arzu etmeme rağmen, “İnce Memed” adlı romanı okumayı ertelemiştim. Sonunda bir başlangıç yaptık.
32 yılda tamamlanabilen bir eserin tüm ciltlerini, sanırım ancak iki ayda okuyup yorumlayabiliriz. Okuduğum ilk ciltten nasıl bir toplumsal kazanım edindiğimi aktarmaya çalışayım.
Romanın kurgusundan, içeriğinden, diyaloglardan bahsedip, alıntı yapacak değilim. Amaçlanan, hedeflenen, verilmek istenen ana tema üzerine odaklanacağım.
“Eşkıya dünyaya hükümdar olmaz” der dururuz ama yaşam sürecimizin bir döneminde, bazen kanunsuz, bazen yasal nitelikte haksızlıklara, modern eşkıyalıklara maruz kalırız. “İstemediğiniz ot burnunuzun dibinde biter” misali, siz ne kadar uzak durmaya çalışsanız da, bela geliyorum demez, size bulaşmaya çalışır. Bu durumda karar vermek çok zordur. Uzak dursanız; “korktu kaçtı” derler. Aynı cinsten karşı koysanız, kuralların/yasaların dışına çıkmak zorunda kalırsınız. İlkelerinizle çelişirsiniz.
En tehlikeli/gereksiz mücadele ise, kaybedecek bir şeyi olmayan şahsiyetlerle yapılandır.
Cumhuriyet döneminden önce geçtiği anlaşılan, Çukurova bölgesinde yaşanan; ağalık, derebeylik türü sömürü ve işkence çarkının nasıl döndüğü betimleniyor romanda. Bir kurgu olduğunu bile bile, anlatıma kendinizi kaptırıyor, hüzünleniyor ve hiddetleniyorsunuz. Anlatım dilinin asıl başarısı da burada aslında. Coğrafi konum tasvirleri; okuru o an orada yaşamışlık doyum ve duygusuna ulaştırıyor.
“Alma mazlumun ahını, çıkar aheste aheste” denir ya hani, eşkıyalığın kimsenin yanına kâr kalmadığını görüyor ve “adalet yerini buldu” diyorsunuz.
Her şey zıttı ile bilinir ve mukayese edilir. Roman kurgularındaki yaşamdan daha iyi haldeysek, şükür makamında yaşarız. Elimizdekilerin kıymetini biliriz. Anlatılanlara denk bir ortam ve zamanda yaşıyorsak, en azından verilen mücadeleden ders alır, rol çalmaya çalışırız.
Gözyaşı, kan ve alın terinin birbirine karıştığı, heyecan veren, yüreğime dokunan, yaşamın gerçeğini önümüze seren bir romandı. İnce Memed yani başkahramanımızın diğer ciltlerde eşkıyalığa karşı nasıl bir mücadele verdiğini merakla okuyacağım.
Kitap Yorumları - (5 Yorum)
Yaşar Kemal’den daha önceleri 294 sayfalık, “Binbir Çiçekli Bahçe” adlı kitabını okuyunca hayran kalmıştım.
Birinci cildi 436 sayfa, dört cildin tamamı ise (436+459+629+639): 2163 sayfa olunca, çok arzu etmeme rağmen, “İnce Memed” adlı romanı okumayı ertelemiştim. Sonunda bir başlangıç yaptık.
32 yılda tamamlanabilen bir eserin tüm ciltlerini, sanırım ancak iki ayda okuyup yorumlayabiliriz. Okuduğum ilk ciltten nasıl bir toplumsal kazanım edindiğimi aktarmaya çalışayım.
Romanın kurgusundan, içeriğinden, diyaloglardan bahsedip, alıntı yapacak değilim. Amaçlanan, hedeflenen, verilmek istenen ana tema üzerine odaklanacağım.
“Eşkıya dünyaya hükümdar olmaz” der dururuz ama yaşam sürecimizin bir döneminde, bazen kanunsuz, bazen yasal nitelikte haksızlıklara, modern eşkıyalıklara maruz kalırız. “İstemediğiniz ot burnunuzun dibinde biter” misali, siz ne kadar uzak durmaya çalışsanız da, bela geliyorum demez, size bulaşmaya çalışır. Bu durumda karar vermek çok zordur. Uzak dursanız; “korktu kaçtı” derler. Aynı cinsten karşı koysanız, kuralların/yasaların dışına çıkmak zorunda kalırsınız. İlkelerinizle çelişirsiniz.
En tehlikeli/gereksiz mücadele ise, kaybedecek bir şeyi olmayan şahsiyetlerle yapılandır.
Cumhuriyet döneminden önce geçtiği anlaşılan, Çukurova bölgesinde yaşanan; ağalık, derebeylik türü sömürü ve işkence çarkının nasıl döndüğü betimleniyor romanda. Bir kurgu olduğunu bile bile, anlatıma kendinizi kaptırıyor, hüzünleniyor ve hiddetleniyorsunuz. Anlatım dilinin asıl başarısı da burada aslında. Coğrafi konum tasvirleri; okuru o an orada yaşamışlık doyum ve duygusuna ulaştırıyor.
“Alma mazlumun ahını, çıkar aheste aheste” denir ya hani, eşkıyalığın kimsenin yanına kâr kalmadığını görüyor ve “adalet yerini buldu” diyorsunuz.
Her şey zıttı ile bilinir ve mukayese edilir. Roman kurgularındaki yaşamdan daha iyi haldeysek, şükür makamında yaşarız. Elimizdekilerin kıymetini biliriz. Anlatılanlara denk bir ortam ve zamanda yaşıyorsak, en azından verilen mücadeleden ders alır, rol çalmaya çalışırız.
Gözyaşı, kan ve alın terinin birbirine karıştığı, heyecan veren, yüreğime dokunan, yaşamın gerçeğini önümüze seren bir romandı. İnce Memed yani başkahramanımızın diğer ciltlerde eşkıyalığa karşı nasıl bir mücadele verdiğini merakla okuyacağım.
Yaşar kemal betimlemesi ile romanı resmen yaşarsınız klasiklerden 2.defa okuyuşum mutlaka okunmalı.
Çukurova tüm canlılığıyla gözlerimin önünde…
Türkiye’de yaşanmış bir dönemi öyle güzel anlatıyor ki.. Heyecan, hüzün ve burukluk içinde okudum.
Bence Türk edebiyatının en iyi romanlarından biri. Kesinlikle okunmalı.