Teğmen Gregory, Scotland Yard tarafından bir dizi ceset çalma olayını araştarmakla görevlindirilir. Fail ya da faillerin çalışma bölgesi bellidir ve işler bu bölgede geometrik bir bölümleme üzerinden gerçekleştirilmektedir. Soruşturmada elde edilen ilk veriler ise akıl ötesidir. Cesetlerin hareket etmesi gibi... Çağdaş bilimkurgu edebiyatının önemli yazarlarından Lemin Bütün Eserlerinde rasyonalist bakışı sorgulamak üzere tasarlanmış bir labirent, Soruşturma.
Duvarın içinden geçmeyi deneyin. Geçemeyeceksiniz. Bir daha deneyin, yine geçemeyeceksiniz. Bunu sonsuza kadar sürdürürseniz geçebileceksiniz. Kuantum fiziği bu geçişin olanaklılığını gösterir, Heisenberg sağ olsun. Kuantum tanrıları hep birden iteklerse arkamızdan, atom altı parçacıklarımız günlerindeyse eğer, kendimizi öte tarafta bulabiliriz. Kendimizi değil, bir kolumuzu öte tarafta bulabiliriz. Gerçi bulamayabiliriz de, duvarın içine gömülü olarak kalabilir, bir saniye önce kolumuzun olduğu yerde bir kan fıskiyesi bulabiliriz. Bir adım ötesini düşünüyorum, bilincimiz geride kalabilir. Bedenimiz duvarın ötesinde, bilincimiz burada, nöronlar kafalarına esip ayrılmışlar bedenimizden. Kendi gözlerinize karşı elli metre öteden el sallayabileceğinizi düşünsenize. Newton ve Laplace ağlardı. Aslında klasik determinizmle olasılık determinizminin ilişkisini genel görelilik kuramı ve kuantum kuramı arasındaki ilişkiye benzetebiliriz, ilki çok büyük varlıkların ilişkisini incelerken ikincisi miniciklerinkini inceler ve karşı karşıya gelseler birbirlerine tekme tokat girerler, bambaşka dünyaların kuramları oldukları için. Kaku’ya göre ikisini bir araya getirebilmek için harıl harıl çalışıyormuş insanlar ama başarı sağlanamamış henüz, zaten bu başarılsa Her Şeyin Teorisi falan çıkar ortaya, zamanı eğip bükerek Tip III uygarlık seviyesine geliriz, galaksiye yayılırız. Henüz böyle bir durum yok, kısa bir süre içinde de olmayacak gibi görünüyor. Şimdilik bilimkurguyla alacağız gazımızı ama görmek isterdim açıkçası, neyse, biz nedenselliği olayların düzenini algılayış biçimimiz olarak görelim. Jung’a göre bilimsel algımızın temelidir bu, eşzamanlılığı da göz önüne alırsak niyetimiz, doğrultumuz birbiriyle bağlantısı olmayan olaylar arasında bağ kurmamızı sağlar, farklı zamanlarda gerçekleşen olayları tek bir zamana sıkıştırıveririz de farkına varmayız bile. Eğer bir polissek, atandığımız bir cinayet soruşturması varsa verileri bir araya getirerek gizemi çözmeye çalışır, katili bularak işimizi yapar, cinayeti çözmemizi sağlayan titizliğimizle ve olaylar arasında bağlantı kurma yeteneğimizle gurur duyarız. Eğer Karındeşen Jack’in peşindeysek ve adamı bir türlü ele geçiremezsek mantıklı neden-sonuç ilişkilerini kuramadığımız için, bunu kimse kuramadığı için mesele doğaüstüne kayacaktır. İstatistiklere bakarak -yine Jung’ın ele aldığı bir meseledir istatistik, aklımızı kaçırmamamıza yardımcı olur- cinayet işleyenlerin genellikle insan olduğunu görürüz, Poe’nun katil maymunu bu meseleyi azıcık taklaya getirse de bir hayaletin cinayet işlediğine dair bilgiler istatistiklere giremez, yoktur böyle bir şey. Elde veri varsa eğer. Suç dünyası için mesele kolaydır, patolojik vakaların işledikleri suçlar genellikle çözülür. Araştırılan mevzu cesetlerin yürümesiyse eğer, orada durmak lazım. Lem’in meseleye yaklaşımı bu açıdan yenilikçi, doğalın incelenmesinde iş kolay ama doğaüstü birkaç vaka Scotland Yard tarafından incelenecekse vaziyet karışıyor.
Lem’in bilimkurguya dayanmayan nadir metinlerinden sanırım, polisiye denir bir şey denecekse. Lem esas anlatının içine birtakım garip olayları sıkıştırarak nedenselliğin farklı boyutlarını anlatır, uygulamalı olarak gösterir hatta. Mevzu hakkında bilgi sahibi değilsek saçma ve gereksiz gelecektir ama Teğmen Gregory’nin sokakta yürürken kendisiyle karşılaşması, evinin sahibinin evinden gelen garip sesler, karşılaştığı diğer olaylar bize dünyaya dair kurduğumuz mantığın ne kadar sallantılı olduğunu göstermeyi amaçlar. Şeylere mutlak ve somutluğa dayanan yargılarla yaklaşıyorsak nedenselliğin bir boyutunu gözardı ediyoruz demektir, belki de akıl sağlığımızı korumak için yaptığımız bir şeydir bu, hatta bilincin kendi savunma mekanizması bile olabilir, bilinç kurduğu dünyanın tek gerçek dünya olduğunu düşün(dür)ür, bu dünyanın içinde yaşarız. Eşzamanlılığa kapanırız böylece, tek bir çizginin üzerinde yürümekten başka bir şey yapmayız. Bu ilginç, zira Teğmen Gregory’nin olaylara bakış açısı anlatı boyunca sık sık sorgulanır, bir kanun adamının yürüdüğü çizgiden başka bir şeye sahip olmaması yer yer eleştirilir ama Gregory kendisinin peşine düşmez, araştırdığı üç vakadan birindeki yürüyen cesedi kalabalığın içinde gördüğü halde bu bilgiyi araştırmasına katmaz, arada kalmış bir adam olarak da çıkmaz karşımıza. Gözlemcilikten fazla bir şey yapmıyor gibidir, oysa gecesini gündüzüne katarak bir ölünün yürüyüp yürümediğini anlamaya çalışmaktadır, ortada garip bir durum var yani. Birbiriyle ilişkisi olmayan bilgiler toplandıkça şirazesi kayar, neyi araştıracağını bilemez hale gelir, her şeyden şüphe etmeye başlar, buna benzer bir sürü şey. Sırayla gideyim, bir toplantı salonundayız. Başmüfettiş Sheppard ve memurları Farquart, Gregory, otopsi uzmanı Sorensen ve çatlak profesör tipine cuk oturan Dr. Sciss kısa süre önce yaşanan üç olay hakkında konuşuyorlar. Veriler sağlam, ortada bir çarpıtma, bilgi saklama gibi katakulli yok ama üç olay da birbirinden garip. Cesetler hareket ediyor, kıpırdıyor, morglarda akıl almaz olaylar yaşanıyor. Oldukça detaylı bir şekilde anlatılıyor bunlar, ayrıntıları vermeyeyim ama anlatı tipik bir polisiyeye aitmiş gibi gözüküyor en başta, bunu söyleyeyim. Çavuş Peel aralarında yok, böbreklerindeki bir sorundan ötürü hastanede. Adı geçtiği için kilit bir rolde yer alacağını düşünüyoruz ama böyle olmuyor, aslında metni okurken aldığımız pek çok notun çıkmaz sokaktan ibaret olduğunu görüyoruz. Bu iyi, okur mantığımızı sıklıkla dumura uğruyor, anlatının konusunu düşününce on numara teknik. Neyse, Dr. Sciss konuşmaya başlayınca bir örüntü yakaladığını düşünüyoruz, olayların gerçekleştiği yer, zaman ve mekan bilgilerini bir araya getirerek istatistiksel veriler çıkarıyor, olayların belli bir bölgede belli aralıklarla gerçekleştiğini söylüyor. Bir sonraki olayın izi sürülebilecek yani, vakaların çözülmesi için en ufak bir ipucuna muhtaçlar ve bir cesedin tekrar yürümesiyle gereksinim duydukları bilgiye kavuşabilirler. “Cesedin yürümesi” değil tabii kabul ettikleri olay, mantığa uygun bir açıklama arıyorlar en başta. Dr. Sciss’e göreyse böyle bir açıklama görülmüyor, sonradan iddia ettiği üzere birtakım mikroskobik zerzevatın ölüler üzerindeki etkisinden, bir nevi ilahi canlanıştan yola çıkılabilir. Doğaüstüne doğru uzanan yol kabul edilebilir değil, yine de bir ihtimal olarak masada duruyor. Sebebe ulaşma konusunda dinler tarihi, mitoloji, insanın kaynağına ulaşan her yol göz önünde bulunduruluyor böylece, en azından fikir olarak akılda tutuluyor. Bu açıdan metin zengin, Lazarus Etkisi dahil olmak üzere pek çok gönderme mevcut. Bunun yanında olay yerlerinin nitelikleri vakayı iyice zorlaştırıyor, bir morgda çok sayıda kedi bulunmuş, bir diğerinde polisin teki gördüğü şey yüzünden dehşete kapılarak kaçarken bir arabanın altında kalıyor, uyanana kadar yoğun bakımda kalıyor. Uyanmasıyla birlikte gizemin çözüleceğini düşünebiliriz ama bunca bilinmezin içinde o da zor biraz. Doktorun meseleyi bağladığı fikri: “Ergo, beyler, açıkça görülüyor ki, bu olaylar meydana gelmiş olamaz.” (s. 29) Sağduyuya ters çünkü, mümkün değil böyle şeyler. Mümkün.
Aralarda Gregory araştırmalarını yapıyor, Sciss’ten şüphelenip adamı takip ediyor, oturup konuşuyor, bir yandan Başmüfettiş tarafından yönlendiriliyor, sanki görünmez bir el tarafından oradan oraya atılıyor ama yine taca çıkıyoruz, böyle bir şey de yok. Kısacası şimdiye kadarki tecrübelerimizin yardımıyla kurabildiğimiz örüntüler, çıkarımlar bu anlatıda pek bir işe yaramıyor, bir olayın birden fazla sebebi olduğunu seziyoruz ama bu sebepleri bulamıyoruz bir türlü, her bilgi başka bir bilinmeze varıyor. Örneğin polis kendine geldiği zaman cesedin gerçekten de hareket ettiğini söylüyor, yalan söylemesi için bir sebep yok. Ardında hiçbir iz bırakmadığı düşünülen psikopatı aramayı bırakmak için yeterli bir sebep değil bu, insan faktöründen ötürü bu veri güvenilir bulunmayabilir ki geçerliliği sorgulanıyor. Başka bir ipucu da Başmüfettiş’ten geliyor, anlatının sonunda Başmüfettiş olayların gerçekleştiği kasabaların civarındaki bir nakliye şirketinden bahsediyor. Zincirleme vakaların ayyuka çıktığı mekanlar belli, olayların zaman aralıkları belli, o halde aranan psikopat bu şirkette çalışan bir şoför olabilir mi? Başmüfettişin teorisi akla yatıyor açıkçası, sisten göz gözü görmezken araç kullanan şoförlerin bir süre sonra akıl sağlıklarını yitirdiklerini söylüyor Başmüfettiş, insan yön algısını kaybediyor ve sadece biçimsiz bir boşluğa bakar hale geliyor. Sisin yoğunluğuna ve diğer koşullara göre şirketin müdürü şoförlere daha çok dinlenme süresi verebiliyor, bu iki bilgiye bakarak cesetleri yürütenin(?) bir şoför olduğu söylenebilir, çok mantıklı. Aslında mantığa hitap eden ve etmeyen çok fazla teori var ve hemen hemen hiçbirinin somut bir dayanağı yok, bu durumda ihtimaller bir olayın çeşitlemeleri olmaktan öteye gidemiyor, vakalar çözülemiyor, bu çözülemezlik içinde anlatı sona eriyor.
Oldukça ilginç, felsefi bir metin bu.
Lem her zamanki gibi bilim-kurguyu eğlencelik olmaktan çıkartan üslubuyla, felsefi konuları irdeliyor. “Bilim” diyor, “olayları matematiksel modellere oturtmak için, gözlemlerimizi esas alır. Sınırlı sayıda gözlemle yetinir ve bunu gerçeğin tamamı varsayar. Yani olaylara istatiksel bir bakış açısıyla yaklaşır. Peki ya bu gözlemlerin tam zıttı bir olay varsa, ve biz bunu gözden kaçırmışsak?” Teğmen Gregory, çok temel bir varsayımın yıkıldığı bir olayla karşılaşır:”Cesetler hareket edemez.” Romanın geri kalanında iskambil kağıtları gibi üstüste koyarak kurduğumuz mantıklı dünyamızın paramparça oluşunu seyrederiz.
Kitap Yorumları - (2 Yorum)
Duvarın içinden geçmeyi deneyin. Geçemeyeceksiniz. Bir daha deneyin, yine geçemeyeceksiniz. Bunu sonsuza kadar sürdürürseniz geçebileceksiniz. Kuantum fiziği bu geçişin olanaklılığını gösterir, Heisenberg sağ olsun. Kuantum tanrıları hep birden iteklerse arkamızdan, atom altı parçacıklarımız günlerindeyse eğer, kendimizi öte tarafta bulabiliriz. Kendimizi değil, bir kolumuzu öte tarafta bulabiliriz. Gerçi bulamayabiliriz de, duvarın içine gömülü olarak kalabilir, bir saniye önce kolumuzun olduğu yerde bir kan fıskiyesi bulabiliriz. Bir adım ötesini düşünüyorum, bilincimiz geride kalabilir. Bedenimiz duvarın ötesinde, bilincimiz burada, nöronlar kafalarına esip ayrılmışlar bedenimizden. Kendi gözlerinize karşı elli metre öteden el sallayabileceğinizi düşünsenize. Newton ve Laplace ağlardı. Aslında klasik determinizmle olasılık determinizminin ilişkisini genel görelilik kuramı ve kuantum kuramı arasındaki ilişkiye benzetebiliriz, ilki çok büyük varlıkların ilişkisini incelerken ikincisi miniciklerinkini inceler ve karşı karşıya gelseler birbirlerine tekme tokat girerler, bambaşka dünyaların kuramları oldukları için. Kaku’ya göre ikisini bir araya getirebilmek için harıl harıl çalışıyormuş insanlar ama başarı sağlanamamış henüz, zaten bu başarılsa Her Şeyin Teorisi falan çıkar ortaya, zamanı eğip bükerek Tip III uygarlık seviyesine geliriz, galaksiye yayılırız. Henüz böyle bir durum yok, kısa bir süre içinde de olmayacak gibi görünüyor. Şimdilik bilimkurguyla alacağız gazımızı ama görmek isterdim açıkçası, neyse, biz nedenselliği olayların düzenini algılayış biçimimiz olarak görelim. Jung’a göre bilimsel algımızın temelidir bu, eşzamanlılığı da göz önüne alırsak niyetimiz, doğrultumuz birbiriyle bağlantısı olmayan olaylar arasında bağ kurmamızı sağlar, farklı zamanlarda gerçekleşen olayları tek bir zamana sıkıştırıveririz de farkına varmayız bile. Eğer bir polissek, atandığımız bir cinayet soruşturması varsa verileri bir araya getirerek gizemi çözmeye çalışır, katili bularak işimizi yapar, cinayeti çözmemizi sağlayan titizliğimizle ve olaylar arasında bağlantı kurma yeteneğimizle gurur duyarız. Eğer Karındeşen Jack’in peşindeysek ve adamı bir türlü ele geçiremezsek mantıklı neden-sonuç ilişkilerini kuramadığımız için, bunu kimse kuramadığı için mesele doğaüstüne kayacaktır. İstatistiklere bakarak -yine Jung’ın ele aldığı bir meseledir istatistik, aklımızı kaçırmamamıza yardımcı olur- cinayet işleyenlerin genellikle insan olduğunu görürüz, Poe’nun katil maymunu bu meseleyi azıcık taklaya getirse de bir hayaletin cinayet işlediğine dair bilgiler istatistiklere giremez, yoktur böyle bir şey. Elde veri varsa eğer. Suç dünyası için mesele kolaydır, patolojik vakaların işledikleri suçlar genellikle çözülür. Araştırılan mevzu cesetlerin yürümesiyse eğer, orada durmak lazım. Lem’in meseleye yaklaşımı bu açıdan yenilikçi, doğalın incelenmesinde iş kolay ama doğaüstü birkaç vaka Scotland Yard tarafından incelenecekse vaziyet karışıyor.
Lem’in bilimkurguya dayanmayan nadir metinlerinden sanırım, polisiye denir bir şey denecekse. Lem esas anlatının içine birtakım garip olayları sıkıştırarak nedenselliğin farklı boyutlarını anlatır, uygulamalı olarak gösterir hatta. Mevzu hakkında bilgi sahibi değilsek saçma ve gereksiz gelecektir ama Teğmen Gregory’nin sokakta yürürken kendisiyle karşılaşması, evinin sahibinin evinden gelen garip sesler, karşılaştığı diğer olaylar bize dünyaya dair kurduğumuz mantığın ne kadar sallantılı olduğunu göstermeyi amaçlar. Şeylere mutlak ve somutluğa dayanan yargılarla yaklaşıyorsak nedenselliğin bir boyutunu gözardı ediyoruz demektir, belki de akıl sağlığımızı korumak için yaptığımız bir şeydir bu, hatta bilincin kendi savunma mekanizması bile olabilir, bilinç kurduğu dünyanın tek gerçek dünya olduğunu düşün(dür)ür, bu dünyanın içinde yaşarız. Eşzamanlılığa kapanırız böylece, tek bir çizginin üzerinde yürümekten başka bir şey yapmayız. Bu ilginç, zira Teğmen Gregory’nin olaylara bakış açısı anlatı boyunca sık sık sorgulanır, bir kanun adamının yürüdüğü çizgiden başka bir şeye sahip olmaması yer yer eleştirilir ama Gregory kendisinin peşine düşmez, araştırdığı üç vakadan birindeki yürüyen cesedi kalabalığın içinde gördüğü halde bu bilgiyi araştırmasına katmaz, arada kalmış bir adam olarak da çıkmaz karşımıza. Gözlemcilikten fazla bir şey yapmıyor gibidir, oysa gecesini gündüzüne katarak bir ölünün yürüyüp yürümediğini anlamaya çalışmaktadır, ortada garip bir durum var yani. Birbiriyle ilişkisi olmayan bilgiler toplandıkça şirazesi kayar, neyi araştıracağını bilemez hale gelir, her şeyden şüphe etmeye başlar, buna benzer bir sürü şey. Sırayla gideyim, bir toplantı salonundayız. Başmüfettiş Sheppard ve memurları Farquart, Gregory, otopsi uzmanı Sorensen ve çatlak profesör tipine cuk oturan Dr. Sciss kısa süre önce yaşanan üç olay hakkında konuşuyorlar. Veriler sağlam, ortada bir çarpıtma, bilgi saklama gibi katakulli yok ama üç olay da birbirinden garip. Cesetler hareket ediyor, kıpırdıyor, morglarda akıl almaz olaylar yaşanıyor. Oldukça detaylı bir şekilde anlatılıyor bunlar, ayrıntıları vermeyeyim ama anlatı tipik bir polisiyeye aitmiş gibi gözüküyor en başta, bunu söyleyeyim. Çavuş Peel aralarında yok, böbreklerindeki bir sorundan ötürü hastanede. Adı geçtiği için kilit bir rolde yer alacağını düşünüyoruz ama böyle olmuyor, aslında metni okurken aldığımız pek çok notun çıkmaz sokaktan ibaret olduğunu görüyoruz. Bu iyi, okur mantığımızı sıklıkla dumura uğruyor, anlatının konusunu düşününce on numara teknik. Neyse, Dr. Sciss konuşmaya başlayınca bir örüntü yakaladığını düşünüyoruz, olayların gerçekleştiği yer, zaman ve mekan bilgilerini bir araya getirerek istatistiksel veriler çıkarıyor, olayların belli bir bölgede belli aralıklarla gerçekleştiğini söylüyor. Bir sonraki olayın izi sürülebilecek yani, vakaların çözülmesi için en ufak bir ipucuna muhtaçlar ve bir cesedin tekrar yürümesiyle gereksinim duydukları bilgiye kavuşabilirler. “Cesedin yürümesi” değil tabii kabul ettikleri olay, mantığa uygun bir açıklama arıyorlar en başta. Dr. Sciss’e göreyse böyle bir açıklama görülmüyor, sonradan iddia ettiği üzere birtakım mikroskobik zerzevatın ölüler üzerindeki etkisinden, bir nevi ilahi canlanıştan yola çıkılabilir. Doğaüstüne doğru uzanan yol kabul edilebilir değil, yine de bir ihtimal olarak masada duruyor. Sebebe ulaşma konusunda dinler tarihi, mitoloji, insanın kaynağına ulaşan her yol göz önünde bulunduruluyor böylece, en azından fikir olarak akılda tutuluyor. Bu açıdan metin zengin, Lazarus Etkisi dahil olmak üzere pek çok gönderme mevcut. Bunun yanında olay yerlerinin nitelikleri vakayı iyice zorlaştırıyor, bir morgda çok sayıda kedi bulunmuş, bir diğerinde polisin teki gördüğü şey yüzünden dehşete kapılarak kaçarken bir arabanın altında kalıyor, uyanana kadar yoğun bakımda kalıyor. Uyanmasıyla birlikte gizemin çözüleceğini düşünebiliriz ama bunca bilinmezin içinde o da zor biraz. Doktorun meseleyi bağladığı fikri: “Ergo, beyler, açıkça görülüyor ki, bu olaylar meydana gelmiş olamaz.” (s. 29) Sağduyuya ters çünkü, mümkün değil böyle şeyler. Mümkün.
Aralarda Gregory araştırmalarını yapıyor, Sciss’ten şüphelenip adamı takip ediyor, oturup konuşuyor, bir yandan Başmüfettiş tarafından yönlendiriliyor, sanki görünmez bir el tarafından oradan oraya atılıyor ama yine taca çıkıyoruz, böyle bir şey de yok. Kısacası şimdiye kadarki tecrübelerimizin yardımıyla kurabildiğimiz örüntüler, çıkarımlar bu anlatıda pek bir işe yaramıyor, bir olayın birden fazla sebebi olduğunu seziyoruz ama bu sebepleri bulamıyoruz bir türlü, her bilgi başka bir bilinmeze varıyor. Örneğin polis kendine geldiği zaman cesedin gerçekten de hareket ettiğini söylüyor, yalan söylemesi için bir sebep yok. Ardında hiçbir iz bırakmadığı düşünülen psikopatı aramayı bırakmak için yeterli bir sebep değil bu, insan faktöründen ötürü bu veri güvenilir bulunmayabilir ki geçerliliği sorgulanıyor. Başka bir ipucu da Başmüfettiş’ten geliyor, anlatının sonunda Başmüfettiş olayların gerçekleştiği kasabaların civarındaki bir nakliye şirketinden bahsediyor. Zincirleme vakaların ayyuka çıktığı mekanlar belli, olayların zaman aralıkları belli, o halde aranan psikopat bu şirkette çalışan bir şoför olabilir mi? Başmüfettişin teorisi akla yatıyor açıkçası, sisten göz gözü görmezken araç kullanan şoförlerin bir süre sonra akıl sağlıklarını yitirdiklerini söylüyor Başmüfettiş, insan yön algısını kaybediyor ve sadece biçimsiz bir boşluğa bakar hale geliyor. Sisin yoğunluğuna ve diğer koşullara göre şirketin müdürü şoförlere daha çok dinlenme süresi verebiliyor, bu iki bilgiye bakarak cesetleri yürütenin(?) bir şoför olduğu söylenebilir, çok mantıklı. Aslında mantığa hitap eden ve etmeyen çok fazla teori var ve hemen hemen hiçbirinin somut bir dayanağı yok, bu durumda ihtimaller bir olayın çeşitlemeleri olmaktan öteye gidemiyor, vakalar çözülemiyor, bu çözülemezlik içinde anlatı sona eriyor.
Oldukça ilginç, felsefi bir metin bu.
Lem her zamanki gibi bilim-kurguyu eğlencelik olmaktan çıkartan üslubuyla, felsefi konuları irdeliyor. “Bilim” diyor, “olayları matematiksel modellere oturtmak için, gözlemlerimizi esas alır. Sınırlı sayıda gözlemle yetinir ve bunu gerçeğin tamamı varsayar. Yani olaylara istatiksel bir bakış açısıyla yaklaşır. Peki ya bu gözlemlerin tam zıttı bir olay varsa, ve biz bunu gözden kaçırmışsak?” Teğmen Gregory, çok temel bir varsayımın yıkıldığı bir olayla karşılaşır:”Cesetler hareket edemez.” Romanın geri kalanında iskambil kağıtları gibi üstüste koyarak kurduğumuz mantıklı dünyamızın paramparça oluşunu seyrederiz.